15 Aralık 2008 Pazartesi
kapı
...odanın duvarındaki resimde ev vardı.bahçesinde boş bir salıncak..evin kapısı kapalıydı hep.odadaki adam ,hep resme bakardı.kapı açılmazdı,ama o,kapı zilinin sesini duyardı hep.kuş sesi çalıyordu kapı zilinde,sabah ya da akşam...adam, hep bekledi kapının açılmasını.baktı,baktı hep..gözlerini kırptı kuşa yine.evin içindekileri hayal etti hep,bir gün dışarı çıkıp salıncakta sallanmalarını..bir gün kapıya biri vurdu "tak tik tak" ... kalkamadı açmak için,gözlerini son kez kırptı kapıya;göz kapakları 'da' felç oldu.ıslık çaldı ve uyudu,son kez...
kuyu

suyumun son hali çok kireçli;calgon dökücem içine.bu kadar da kireçli olmaz ki kuyu suyu...kuyu tamircisi kuyumu arabaya yükleyip,tamirhanesine götürmeye kalktı valla.zor zaptettim samarayı,çıkıp suratını dağıtacaktı tamircinin.samara da çok agrasif bu günlerde;kriz onu da vurdu zira.tırnak bakımı yaptıracak parası bile olmuyor bazen.üzülüyorum onun da haline.suyun kireçli olduğundan yakınıo bana sürekli;kuyuya calgon dökecez artık napalım..neyse,samaranın müzik zevki de bir acaip;sadece ozon orhon dinliyor uzun süredir.... bi ara ozon orhon da fil gibiydi maşallah;bana derdi ki hep;ortada kuyu war yandan geç fazla takılma meydanda.o ara , Meydan Larousse'da filler kireçli su içtiği zaman onları gören insanların "onlar halka değil fil" dedikleri yazardı.ne ansiklopediydi be! halka açık yerlerde fil kullanımı da yasakmış.zaten aslına bakarsan kuyunun içindeki suyun içinde doğum en güvenlisi.halka malolmuş bir doğum biçimi bu; fakat onlar halka değil fildi..yeni doğan ceninler tırnaklarını rahimdeyken kesmemeli ki kuyudan dışarı tırmanabilsinler.tırmandıkları zaman onlar şööle afilli bir masa kurarım.bana baba demeyi değil de masaüstümün en son halini sormayı öğretirim onlara...
8 Kasım 2008 Cumartesi
mavi red
gözlerimde beslediğim balıklar;yüzümü okşayan nehrin toprakta son bulacağını bildikleri için;hiçbir zaman ağlamamam gerektiğini fısıldadılar bana.faunusun ya da şişenin içine kafamı sokup ağlayabileceğimi söyledim,ama onlar denizi tercih ettiler...yüzerken ağlayabileceğimi sanmıyorum;yüzebiliyorsam neden ağlayayım ki?"-yüzmek değil önemli olan, nefes almak olduğunu söyledi diğeri....gözlerindeki ağırlık yeter dediler, bütünlemekse varlığımızı dilediğin; akıtıp avuçlarına gözyaşlarını, ruhunu yıkamalısın görünür derinliğe inat"dedi kırmızı balık...mavi balığın benden cevap bekleyen gözlerine bakıp; "giz ise gözlerimdeki sizi neden akıtayım avuçlarıma, tüketmek için mi yüceliğinizi? tüketmek olmasın sizi korkutan, küllerinden doğar her yitik ruh'' dedim....üçümüz de hava kabarcığı çıkardık ağzımızdan ve güldük bir süre..
6 Mayıs 2008 Salı
bugun diger günlerin aksine daha farklı uyandım
Bugün diğer günlerin aksine daha farklı uyandım. Şiddetli baş ağrısı...ama garip yabancı bir aydınlık.. Odama güneş hiç girmezdi. Çünkü oturduğum tek katlı ve bahçeli evin etrafında yüksek binalar vardı ve ben o binaların gölgesinde yaşıyordum. Bahçem vardı ama hiçbir bitki yetişmezdi. Çünkü hep gölgedeydiler. Tanrıya hep dua ederdim ve eminim ki onlar da ederdi. “güneş bizimle olsun, ışığını bizden esirgeme tanrım!”
Evimde “renk” olsun istiyordum. Güzel kokan renkler ama mor menekşe burada sadece menekşe, pembe açelya sadece açelya, kırmızı gül sadece güldü burada ve ben de pek gülmezdim. Zaten onlar da gülmezdi, solar giderlerdi.
Yataktan kalktım ve “ne güzel bir gün” diyip ne güzel güldüm. Bir sigara yaktım. Bir nefes, iki nefes derken artık rutubet kokusunu da duymamaya başladım. Aslında çok rutubet vardı odamda, renk görmek istiyorum dediysem; duvarlar rutubet ve nemden dolayı yer yer yeşildi zaten. Bunları unutsam da tavandan akan damlalar kendini hatırlatıyordu. Az önce kafama düşen damlacık gibi. Tavanın icabına bakmalıydım artık. Damla damla nereye kadar. Kafama damlıyorsunuz bir de yere damlasanıza ben size ne yaptım? Benim sizin birkaç damla suyunuza ihtiyacım yok. Bitki miyim ben? Ağaç mıyım? Yoksa siz benim kaktüs olduğumu mu sanıyorsunuz? Kaktüsler birkaç damla suyla yaşayabilirler, ben değil! Aptallar! Sadece betonsunuz siz, tavan betonu. Rutubetli, pis, yeşil renkli, su damlatan beton. Evet kabul ediyorum tepemdesiniz. Bana tepeden bakıyorsunuz ve ben altınızda geziyorum. Ama unuttuğunuz bir şey var; ben yere basıyorum ve siz asla yere basamayacaksınız. Tepemde siz sayın beton tavan, varsınız ama, altım da taban; o da beton, taş…
Ben ikinize de dokunabilirim. Zıplarsam sana dokunurum, eğilirsem evimin beton zeminine dokunurum ve sen asla bastığım yere dokunamayacaksın!
Sanırım baya kızdı bana, ne inatçı! bir damla daha düştü yüzüme. Beynimde yankılanıyor damlanın sesi, şimdi de o ses odaların her birinde. Hatta dışarıda! Aman tanrım! Evet evet dışarıdan da damla sesleri geliyor. İrkilerek perdeyi aralıyorum; yağmur yağıyor! Ne zaman başladı ki? Yoksa o son damla yağmurun habercisi miydi? Bana bir şey anlatmaya mı çalışıyorsun sayın evimin beton duvarı; bana tepeden bakarak?
Midem yanmaya başladı. Dün çok içtim. Hiç bu kadar içmemiştim. Ne bulduysam içtim dün. Yalnız alkollüydüm, yalnız sızdım ve ölü kadar yalnız, ölü gibi uyumuşum. Ölü gibi uyumak…bunun daha optimist karşılığı “deliksiz uyumak” değil mi? Evet, hah! Deliksiz uyudum fakat uyuduğum yeri delik deşik eden tahta kurularına ne demeli?
Bugün hiçbir şeye kızmayacağım, her neyse. Bugün ilk defa odamda güneşle uyandım. Beni daha mutlu ne edebilirdi ki? Tabi ya güneş..
Benim odama güneş girmezdi ki, evimin etrafını çevreleyen yüksek, çok yüksek binalar güneşin önünü yağmur bulutları gibi kaplıyor, beni gölgeye mahkum bırakıyorlardı. Benim küçük bahçeli, güneş doğmayan evim bu gösterişli binaların arasında yalnızdı. Ben de o “yalnız”ın içinde yaşıyordum, yalnız. Büyük binalar benim küçük evimi aralarına alıp dalga mı geçiyorlardı yoksa? Tabi onlar güneşe değebiliyorlardı ya! Ya da öyle sanıyorlardı. Aslında yağmur ilk onları ıslatıyordu. Yağmur.. damlalar...ses gelmiyor artık..
Peki neden bugün odama güneş ışıkları girdi? Bunun cevabını almayı neden erteledim? Tavandan yüzüme çarpan damlalar mıydı buna sebep? Dışarı baktığımda sadece yağmuru gördüm. Bir daha bakmalıyım. Hayatı görmek için önce gözlerini açmalı, nefes alarak görmek için de pencereyi açmalı; hayata değişik pencerelerden bakabilmeli. Ve o pencereyi istediğinde genişletebilmeli ya da daraltmalı. Her pencerenin önünde farklı hayatlar var. Ama bu ev benim; pencereden baktığım zaman uzağı görmemi, denizi dağları görmemi, hayatı görmemi imkansız kılıyor. Bulunduğum mahalleye uzaktan insanlar sadece gösterişli, ışıklı, yüksek, sahibi olmayı hayal edilesi gökdelenleri görebilirlerdi. Ortalarında benim yaşadığımı asla göremezlerdi.
Peki neden odam artık güneşli? Tanrı dualarımı kabul edip evim için küçük bir güneş mi dikmişti bahçeme? Hiçbirine cevap veremiyorum. Paradoks gibi. evet paradoks. Parayı basıp güneşten daha çok hak kazanmak , daha yüksekte olmak ama hayatlar yerde yaşanıyor. Çok para sorunların çözümünü kolaylaştırır mı? Daha kolay cevaplar bulabilir miyiz? Her işin içinden kolayca çıkabilir, üstesinden gelebilir miyiz? Para, günlük paradoksların üzerini örter miydi? Hatta ikilemlerim, çelişkilerim bile yalnız kalmak zorunda kalırlardı değil mi?
Para=huzur para + doks (ikisi bir arada) sıkıntı dimi?
Mantıkdışı gelenler bazen “olabilir” aslında gibi.
Pencereyi açıp dışarı bakmak bedava. Pencereden dışarı bakacağım. Öğreneceğim ışık nereden geliyor?
Aman tanrım gökdelenler! Dev Tümülüsler! Gökyüzünde güneş; “uzak!” bunu böyle istememiştim. Tanrım! Ağlıyorum. Artık damlalar gözlerimden akıyor; yere. Odamda hala gün ışığı var ama ben kör olmak istiyorum. Ben ve fazla yaşayamayan bitkilerim, dualarımızın böyle kabul olacağını bilseydik, bu dualarımızdan önce “ dua edebilme yetimizi” yok etmek için dua ederdik. Ben şu gökdelenlerdeki her bir daire içindeki hayatları az tahmin edebilirdim. Fakat onlar benim evime bakıp; “içindeki adam ne boktan bir hayat yaşıyordur.” Tahminini ve daha fazla çözümlemeyi yapabilirlerdi. Evimin ufkunu kaplayan, evimi gölgede hapseden gökdelenlerden. Ben aslında dün, hayata o kadar uzakmışım ki, o kadar bi habermişim ki.. bu rutubetli evde kuruyup çatlayan ruhumu alkol denizine sokarken, bu denizde nefes almadan da yaşayabildiğimi düşünürken, dışarıda nefes almamaya başlayanlardan o kadar habersizmişim ki?! Tanrı şu andan itibaren, benim hala odama dolan güneş ışığının tadını çıkarmamı, mutlu olmamı benden isteyebilir miydi?
Tanrı kimi lanetlemişti? İnsanoğlunun dağlardan, yeraltından çalıp elde ettiği parçalarla yaptığı gökdelenleri, doğa ana neden yıkmıştı? Neden kendisinden çalınanları geri almıştı? Deprem olmuş. Ben dün ölü gibi uyuyacak kadar içip sızmadan önce son gücümle dua ettikten sonra uyurken, deprem olmuştu. Odamdaki gün ışığının nedeni depremdi ve artık o muhteşem gökdelenler yerle bir olmuştu. Yerde, yaşam mücadelesi veriliyordu. Tavanlar ve tabanlar birbirine değmişlerdi, aralarına insanları katarak. Yıkılmış dev binalardaki çığlıklar , toz-toprak enkazdaki kolon parçasının dibindeki devrilmiş büyük saksıdaki rengarenk çiçekler… daha fazla gözüme akmasın, istemediğim görüntüler. Kör olmak istiyorum. Tanrım dualarımı kabul etme tanrım. Yalnızlaşıyorum biraz daha. Dışarıda kalabalık bir can çekişenler güruhu var. Perdeyi kapıyorum ..dışarıda gözüme akan görüntüler şimdi zihnime akıyor..tıpkı tavandan yüzüme düşen damlalar gibi. küfür ettiğim, benim ona ve yere dokunabileceğimi, ama asla onun yere değemeyeceğini söylediğim, düne kadar güneş girmeyen evimin, rutubetli, pis tavanından akan damlalar gibi.
Büyük bir günah işlemiş gibiyim, yıkanmak istiyorum. Saatlerce üzerime sıcak su akıtmak istiyorum. İlerde, evimin çatısına güneş enerjisiyle çalışan ısıtıcı taktırmak istersem, kendimi vuracağım.
Gece oldu..bugün sabaha kadar oturacağım , pencerenin önünde....
Evimde “renk” olsun istiyordum. Güzel kokan renkler ama mor menekşe burada sadece menekşe, pembe açelya sadece açelya, kırmızı gül sadece güldü burada ve ben de pek gülmezdim. Zaten onlar da gülmezdi, solar giderlerdi.
Yataktan kalktım ve “ne güzel bir gün” diyip ne güzel güldüm. Bir sigara yaktım. Bir nefes, iki nefes derken artık rutubet kokusunu da duymamaya başladım. Aslında çok rutubet vardı odamda, renk görmek istiyorum dediysem; duvarlar rutubet ve nemden dolayı yer yer yeşildi zaten. Bunları unutsam da tavandan akan damlalar kendini hatırlatıyordu. Az önce kafama düşen damlacık gibi. Tavanın icabına bakmalıydım artık. Damla damla nereye kadar. Kafama damlıyorsunuz bir de yere damlasanıza ben size ne yaptım? Benim sizin birkaç damla suyunuza ihtiyacım yok. Bitki miyim ben? Ağaç mıyım? Yoksa siz benim kaktüs olduğumu mu sanıyorsunuz? Kaktüsler birkaç damla suyla yaşayabilirler, ben değil! Aptallar! Sadece betonsunuz siz, tavan betonu. Rutubetli, pis, yeşil renkli, su damlatan beton. Evet kabul ediyorum tepemdesiniz. Bana tepeden bakıyorsunuz ve ben altınızda geziyorum. Ama unuttuğunuz bir şey var; ben yere basıyorum ve siz asla yere basamayacaksınız. Tepemde siz sayın beton tavan, varsınız ama, altım da taban; o da beton, taş…
Ben ikinize de dokunabilirim. Zıplarsam sana dokunurum, eğilirsem evimin beton zeminine dokunurum ve sen asla bastığım yere dokunamayacaksın!
Sanırım baya kızdı bana, ne inatçı! bir damla daha düştü yüzüme. Beynimde yankılanıyor damlanın sesi, şimdi de o ses odaların her birinde. Hatta dışarıda! Aman tanrım! Evet evet dışarıdan da damla sesleri geliyor. İrkilerek perdeyi aralıyorum; yağmur yağıyor! Ne zaman başladı ki? Yoksa o son damla yağmurun habercisi miydi? Bana bir şey anlatmaya mı çalışıyorsun sayın evimin beton duvarı; bana tepeden bakarak?
Midem yanmaya başladı. Dün çok içtim. Hiç bu kadar içmemiştim. Ne bulduysam içtim dün. Yalnız alkollüydüm, yalnız sızdım ve ölü kadar yalnız, ölü gibi uyumuşum. Ölü gibi uyumak…bunun daha optimist karşılığı “deliksiz uyumak” değil mi? Evet, hah! Deliksiz uyudum fakat uyuduğum yeri delik deşik eden tahta kurularına ne demeli?
Bugün hiçbir şeye kızmayacağım, her neyse. Bugün ilk defa odamda güneşle uyandım. Beni daha mutlu ne edebilirdi ki? Tabi ya güneş..
Benim odama güneş girmezdi ki, evimin etrafını çevreleyen yüksek, çok yüksek binalar güneşin önünü yağmur bulutları gibi kaplıyor, beni gölgeye mahkum bırakıyorlardı. Benim küçük bahçeli, güneş doğmayan evim bu gösterişli binaların arasında yalnızdı. Ben de o “yalnız”ın içinde yaşıyordum, yalnız. Büyük binalar benim küçük evimi aralarına alıp dalga mı geçiyorlardı yoksa? Tabi onlar güneşe değebiliyorlardı ya! Ya da öyle sanıyorlardı. Aslında yağmur ilk onları ıslatıyordu. Yağmur.. damlalar...ses gelmiyor artık..
Peki neden bugün odama güneş ışıkları girdi? Bunun cevabını almayı neden erteledim? Tavandan yüzüme çarpan damlalar mıydı buna sebep? Dışarı baktığımda sadece yağmuru gördüm. Bir daha bakmalıyım. Hayatı görmek için önce gözlerini açmalı, nefes alarak görmek için de pencereyi açmalı; hayata değişik pencerelerden bakabilmeli. Ve o pencereyi istediğinde genişletebilmeli ya da daraltmalı. Her pencerenin önünde farklı hayatlar var. Ama bu ev benim; pencereden baktığım zaman uzağı görmemi, denizi dağları görmemi, hayatı görmemi imkansız kılıyor. Bulunduğum mahalleye uzaktan insanlar sadece gösterişli, ışıklı, yüksek, sahibi olmayı hayal edilesi gökdelenleri görebilirlerdi. Ortalarında benim yaşadığımı asla göremezlerdi.
Peki neden odam artık güneşli? Tanrı dualarımı kabul edip evim için küçük bir güneş mi dikmişti bahçeme? Hiçbirine cevap veremiyorum. Paradoks gibi. evet paradoks. Parayı basıp güneşten daha çok hak kazanmak , daha yüksekte olmak ama hayatlar yerde yaşanıyor. Çok para sorunların çözümünü kolaylaştırır mı? Daha kolay cevaplar bulabilir miyiz? Her işin içinden kolayca çıkabilir, üstesinden gelebilir miyiz? Para, günlük paradoksların üzerini örter miydi? Hatta ikilemlerim, çelişkilerim bile yalnız kalmak zorunda kalırlardı değil mi?
Para=huzur para + doks (ikisi bir arada) sıkıntı dimi?
Mantıkdışı gelenler bazen “olabilir” aslında gibi.
Pencereyi açıp dışarı bakmak bedava. Pencereden dışarı bakacağım. Öğreneceğim ışık nereden geliyor?
Aman tanrım gökdelenler! Dev Tümülüsler! Gökyüzünde güneş; “uzak!” bunu böyle istememiştim. Tanrım! Ağlıyorum. Artık damlalar gözlerimden akıyor; yere. Odamda hala gün ışığı var ama ben kör olmak istiyorum. Ben ve fazla yaşayamayan bitkilerim, dualarımızın böyle kabul olacağını bilseydik, bu dualarımızdan önce “ dua edebilme yetimizi” yok etmek için dua ederdik. Ben şu gökdelenlerdeki her bir daire içindeki hayatları az tahmin edebilirdim. Fakat onlar benim evime bakıp; “içindeki adam ne boktan bir hayat yaşıyordur.” Tahminini ve daha fazla çözümlemeyi yapabilirlerdi. Evimin ufkunu kaplayan, evimi gölgede hapseden gökdelenlerden. Ben aslında dün, hayata o kadar uzakmışım ki, o kadar bi habermişim ki.. bu rutubetli evde kuruyup çatlayan ruhumu alkol denizine sokarken, bu denizde nefes almadan da yaşayabildiğimi düşünürken, dışarıda nefes almamaya başlayanlardan o kadar habersizmişim ki?! Tanrı şu andan itibaren, benim hala odama dolan güneş ışığının tadını çıkarmamı, mutlu olmamı benden isteyebilir miydi?
Tanrı kimi lanetlemişti? İnsanoğlunun dağlardan, yeraltından çalıp elde ettiği parçalarla yaptığı gökdelenleri, doğa ana neden yıkmıştı? Neden kendisinden çalınanları geri almıştı? Deprem olmuş. Ben dün ölü gibi uyuyacak kadar içip sızmadan önce son gücümle dua ettikten sonra uyurken, deprem olmuştu. Odamdaki gün ışığının nedeni depremdi ve artık o muhteşem gökdelenler yerle bir olmuştu. Yerde, yaşam mücadelesi veriliyordu. Tavanlar ve tabanlar birbirine değmişlerdi, aralarına insanları katarak. Yıkılmış dev binalardaki çığlıklar , toz-toprak enkazdaki kolon parçasının dibindeki devrilmiş büyük saksıdaki rengarenk çiçekler… daha fazla gözüme akmasın, istemediğim görüntüler. Kör olmak istiyorum. Tanrım dualarımı kabul etme tanrım. Yalnızlaşıyorum biraz daha. Dışarıda kalabalık bir can çekişenler güruhu var. Perdeyi kapıyorum ..dışarıda gözüme akan görüntüler şimdi zihnime akıyor..tıpkı tavandan yüzüme düşen damlalar gibi. küfür ettiğim, benim ona ve yere dokunabileceğimi, ama asla onun yere değemeyeceğini söylediğim, düne kadar güneş girmeyen evimin, rutubetli, pis tavanından akan damlalar gibi.
Büyük bir günah işlemiş gibiyim, yıkanmak istiyorum. Saatlerce üzerime sıcak su akıtmak istiyorum. İlerde, evimin çatısına güneş enerjisiyle çalışan ısıtıcı taktırmak istersem, kendimi vuracağım.
Gece oldu..bugün sabaha kadar oturacağım , pencerenin önünde....
20 Nisan 2008 Pazar
deniz tuzlu meni
Birkaç damla tuzlu bir menide yüzüp bebek olarak doğmak, ve sonra büyüdüğünde tuzlu denize girip denizdeki balıklar gibi özgürce yüzmek istemek. Nerde, nasıl özgür olabileceğini unutmak, bunun için ağlamak, gözyaşının deniz kadar tuzlu olduğunu fark edip , hıçkıra hıçkıra ağlayarak denize dalıp yine yüzmek ve oraya kendinden bir parça katmak, hangi balığı güldürebilir ki?
18 Nisan 2008 Cuma
söylemekisterdimyadayüzmek
hayatımı güzelleştiren pembe duvarlar köpükten örülmüş sanmıştım çarptım beton etkisi yaptı deniz köpürdü, ha yat'tasın ha şişenin içinde kağıda sarılı ya kıyıdasın ya şamda!
Absürdümangalpartisi
Madam gündelikçi t cetweli we kocası kont röbdöşambre, o gün piknik yapmaya karar werdiler we mangalı yakıp böbreklerini pişirmeye koyuldular;ama koyduğu yerde degildi kibritler.."Ateş soğuk we fazla uzağa gitmiş olamazlar doymak için" die iç geçirdi madam t cetweli.. Arkasını döndüğünde böbreklerin bi taşın üzerinde oturduklarını farkeder gibi oldu. 'taşa oturmayın taş çeker sonra yetmezsiniz' diyerek hıphızla böbrekleri yerden kaldırıp elindeki faraşa koydu we oracıkta hastalanma gayretini engelledi böbreklerin, zira böbrek yetmezliğinin nelere yol açtıını biliodu aç kalmak istemezdi o da sokak türbüşonları gibi...sokak türbüşonları et yiyebilcek kadar şanslı insanlar değillerdi.madam viyadük pişen böbreklerden bi parça nakil etmek istedi sokak türbüşonlarına, içi cız etmişti mangala damlayan yağın çıkardığı ses gibi..sokak türbüşonları sadece mantara saplanıp doyabiliyorlardı,yalnız alkollüler denizinde mantarın da su yüzüne çıkacağı yoktu..bu düşünceler silsilesi madamın iştahını kapamış olmalıydı. 'hiç kimsenin mantara bağlamasını istemiyorum ' diye atıfta bulundu kont robdöşambr'e,fakat kocası, çoktan zehirli mantardan ısırık almıştı we çoktan ölümün salyası ağzından akma cesaretini göstermişti..Bunun üzerine madam gündelikçi t cetveli, veryansın etme gayretinde bulundu.'offf be madem gündelikçiym bunu bian önce temizlemeliym gündelik ölümlere bu kadar takılmamalıyım diye söylenip havada asılı olan ipi çekti ve yüzmeye başladı.Çektiği ipin bir sifona ait olduğunu sonradan farkedecekti'.Artık yaşamıma deniz anası olarak devam edicem anasını satayım,ben artık dul bi kadınım' diyip ışık saçarak yüzmeye başladı.(to be c.....)
hunidenakanmürekkep
Hunidenakanmürekkep
geçenlerde balıkçı olan sevgilimi balık tutarken gördüm sandalda,yanına yüzüp "neden ağlıyosun sen güçsüzmüsün" diye sorduğumda:""ağlamazsam az balık tutarım,hem güçlüyüm ki bi ton balığı ağla çekiyorum .hem ben kadınım ,ister ağlarım ister oltalarım ister halter kaldırırım ;bu güçsüz olduğumu göstermez''" diyiverince hassas ellerine norveçli balıkçıların kullandığı neutrogena kreminden sürdüm.sonra asıldım ağlara bi baktım babam çıkmış denizden..yedim tabi ağlaya ağlaya.balıkçı sevgilim ''erkek adam ağlar mı sen güçsüzmüsün,ne derim ben buna?' diye sual ettiğinde ağzımdan şu cümleler sarfoldu:kontrolsüz güç güç değildir kontrolsüz gözyaşı ağlama değildir '' akabinde cebimden bi sulugöz verdim çiğnesin diye...çiğnedi,balon şişirdi patlattı ve ağladı..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)