Bugün diğer günlerin aksine daha farklı uyandım. Şiddetli baş ağrısı...ama garip yabancı bir aydınlık.. Odama güneş hiç girmezdi. Çünkü oturduğum tek katlı ve bahçeli evin etrafında yüksek binalar vardı ve ben o binaların gölgesinde yaşıyordum. Bahçem vardı ama hiçbir bitki yetişmezdi. Çünkü hep gölgedeydiler. Tanrıya hep dua ederdim ve eminim ki onlar da ederdi. “güneş bizimle olsun, ışığını bizden esirgeme tanrım!”
Evimde “renk” olsun istiyordum. Güzel kokan renkler ama mor menekşe burada sadece menekşe, pembe açelya sadece açelya, kırmızı gül sadece güldü burada ve ben de pek gülmezdim. Zaten onlar da gülmezdi, solar giderlerdi.
Yataktan kalktım ve “ne güzel bir gün” diyip ne güzel güldüm. Bir sigara yaktım. Bir nefes, iki nefes derken artık rutubet kokusunu da duymamaya başladım. Aslında çok rutubet vardı odamda, renk görmek istiyorum dediysem; duvarlar rutubet ve nemden dolayı yer yer yeşildi zaten. Bunları unutsam da tavandan akan damlalar kendini hatırlatıyordu. Az önce kafama düşen damlacık gibi. Tavanın icabına bakmalıydım artık. Damla damla nereye kadar. Kafama damlıyorsunuz bir de yere damlasanıza ben size ne yaptım? Benim sizin birkaç damla suyunuza ihtiyacım yok. Bitki miyim ben? Ağaç mıyım? Yoksa siz benim kaktüs olduğumu mu sanıyorsunuz? Kaktüsler birkaç damla suyla yaşayabilirler, ben değil! Aptallar! Sadece betonsunuz siz, tavan betonu. Rutubetli, pis, yeşil renkli, su damlatan beton. Evet kabul ediyorum tepemdesiniz. Bana tepeden bakıyorsunuz ve ben altınızda geziyorum. Ama unuttuğunuz bir şey var; ben yere basıyorum ve siz asla yere basamayacaksınız. Tepemde siz sayın beton tavan, varsınız ama, altım da taban; o da beton, taş…
Ben ikinize de dokunabilirim. Zıplarsam sana dokunurum, eğilirsem evimin beton zeminine dokunurum ve sen asla bastığım yere dokunamayacaksın!
Sanırım baya kızdı bana, ne inatçı! bir damla daha düştü yüzüme. Beynimde yankılanıyor damlanın sesi, şimdi de o ses odaların her birinde. Hatta dışarıda! Aman tanrım! Evet evet dışarıdan da damla sesleri geliyor. İrkilerek perdeyi aralıyorum; yağmur yağıyor! Ne zaman başladı ki? Yoksa o son damla yağmurun habercisi miydi? Bana bir şey anlatmaya mı çalışıyorsun sayın evimin beton duvarı; bana tepeden bakarak?
Midem yanmaya başladı. Dün çok içtim. Hiç bu kadar içmemiştim. Ne bulduysam içtim dün. Yalnız alkollüydüm, yalnız sızdım ve ölü kadar yalnız, ölü gibi uyumuşum. Ölü gibi uyumak…bunun daha optimist karşılığı “deliksiz uyumak” değil mi? Evet, hah! Deliksiz uyudum fakat uyuduğum yeri delik deşik eden tahta kurularına ne demeli?
Bugün hiçbir şeye kızmayacağım, her neyse. Bugün ilk defa odamda güneşle uyandım. Beni daha mutlu ne edebilirdi ki? Tabi ya güneş..
Benim odama güneş girmezdi ki, evimin etrafını çevreleyen yüksek, çok yüksek binalar güneşin önünü yağmur bulutları gibi kaplıyor, beni gölgeye mahkum bırakıyorlardı. Benim küçük bahçeli, güneş doğmayan evim bu gösterişli binaların arasında yalnızdı. Ben de o “yalnız”ın içinde yaşıyordum, yalnız. Büyük binalar benim küçük evimi aralarına alıp dalga mı geçiyorlardı yoksa? Tabi onlar güneşe değebiliyorlardı ya! Ya da öyle sanıyorlardı. Aslında yağmur ilk onları ıslatıyordu. Yağmur.. damlalar...ses gelmiyor artık..
Peki neden bugün odama güneş ışıkları girdi? Bunun cevabını almayı neden erteledim? Tavandan yüzüme çarpan damlalar mıydı buna sebep? Dışarı baktığımda sadece yağmuru gördüm. Bir daha bakmalıyım. Hayatı görmek için önce gözlerini açmalı, nefes alarak görmek için de pencereyi açmalı; hayata değişik pencerelerden bakabilmeli. Ve o pencereyi istediğinde genişletebilmeli ya da daraltmalı. Her pencerenin önünde farklı hayatlar var. Ama bu ev benim; pencereden baktığım zaman uzağı görmemi, denizi dağları görmemi, hayatı görmemi imkansız kılıyor. Bulunduğum mahalleye uzaktan insanlar sadece gösterişli, ışıklı, yüksek, sahibi olmayı hayal edilesi gökdelenleri görebilirlerdi. Ortalarında benim yaşadığımı asla göremezlerdi.
Peki neden odam artık güneşli? Tanrı dualarımı kabul edip evim için küçük bir güneş mi dikmişti bahçeme? Hiçbirine cevap veremiyorum. Paradoks gibi. evet paradoks. Parayı basıp güneşten daha çok hak kazanmak , daha yüksekte olmak ama hayatlar yerde yaşanıyor. Çok para sorunların çözümünü kolaylaştırır mı? Daha kolay cevaplar bulabilir miyiz? Her işin içinden kolayca çıkabilir, üstesinden gelebilir miyiz? Para, günlük paradoksların üzerini örter miydi? Hatta ikilemlerim, çelişkilerim bile yalnız kalmak zorunda kalırlardı değil mi?
Para=huzur para + doks (ikisi bir arada) sıkıntı dimi?
Mantıkdışı gelenler bazen “olabilir” aslında gibi.
Pencereyi açıp dışarı bakmak bedava. Pencereden dışarı bakacağım. Öğreneceğim ışık nereden geliyor?
Aman tanrım gökdelenler! Dev Tümülüsler! Gökyüzünde güneş; “uzak!” bunu böyle istememiştim. Tanrım! Ağlıyorum. Artık damlalar gözlerimden akıyor; yere. Odamda hala gün ışığı var ama ben kör olmak istiyorum. Ben ve fazla yaşayamayan bitkilerim, dualarımızın böyle kabul olacağını bilseydik, bu dualarımızdan önce “ dua edebilme yetimizi” yok etmek için dua ederdik. Ben şu gökdelenlerdeki her bir daire içindeki hayatları az tahmin edebilirdim. Fakat onlar benim evime bakıp; “içindeki adam ne boktan bir hayat yaşıyordur.” Tahminini ve daha fazla çözümlemeyi yapabilirlerdi. Evimin ufkunu kaplayan, evimi gölgede hapseden gökdelenlerden. Ben aslında dün, hayata o kadar uzakmışım ki, o kadar bi habermişim ki.. bu rutubetli evde kuruyup çatlayan ruhumu alkol denizine sokarken, bu denizde nefes almadan da yaşayabildiğimi düşünürken, dışarıda nefes almamaya başlayanlardan o kadar habersizmişim ki?! Tanrı şu andan itibaren, benim hala odama dolan güneş ışığının tadını çıkarmamı, mutlu olmamı benden isteyebilir miydi?
Tanrı kimi lanetlemişti? İnsanoğlunun dağlardan, yeraltından çalıp elde ettiği parçalarla yaptığı gökdelenleri, doğa ana neden yıkmıştı? Neden kendisinden çalınanları geri almıştı? Deprem olmuş. Ben dün ölü gibi uyuyacak kadar içip sızmadan önce son gücümle dua ettikten sonra uyurken, deprem olmuştu. Odamdaki gün ışığının nedeni depremdi ve artık o muhteşem gökdelenler yerle bir olmuştu. Yerde, yaşam mücadelesi veriliyordu. Tavanlar ve tabanlar birbirine değmişlerdi, aralarına insanları katarak. Yıkılmış dev binalardaki çığlıklar , toz-toprak enkazdaki kolon parçasının dibindeki devrilmiş büyük saksıdaki rengarenk çiçekler… daha fazla gözüme akmasın, istemediğim görüntüler. Kör olmak istiyorum. Tanrım dualarımı kabul etme tanrım. Yalnızlaşıyorum biraz daha. Dışarıda kalabalık bir can çekişenler güruhu var. Perdeyi kapıyorum ..dışarıda gözüme akan görüntüler şimdi zihnime akıyor..tıpkı tavandan yüzüme düşen damlalar gibi. küfür ettiğim, benim ona ve yere dokunabileceğimi, ama asla onun yere değemeyeceğini söylediğim, düne kadar güneş girmeyen evimin, rutubetli, pis tavanından akan damlalar gibi.
Büyük bir günah işlemiş gibiyim, yıkanmak istiyorum. Saatlerce üzerime sıcak su akıtmak istiyorum. İlerde, evimin çatısına güneş enerjisiyle çalışan ısıtıcı taktırmak istersem, kendimi vuracağım.
Gece oldu..bugün sabaha kadar oturacağım , pencerenin önünde....