11 Ekim 2012 Perşembe


                              GÜÇzLÜKSÜZ

    Ormanda ağaçlar yalnızlığın verdiği olgunlukla, gökyüzünü kaplarken ve canlılara oksijen üflerken onların güneşlerini gölge ederek kapatırken;köklerini saldıkları toprak üzerinde kurdukları hakimiyetle ne kadar güçlü olduklarını düşündüler.içlerini kemiren kurtçuklar ve karıncalardan habersiz.
Çiçekten çiçeğe polen toplayıp bal yapmak için gezinen arı da ,polenleri çiçekten çiçeğe taşıyarak sayesinde çiçeklerin ürediğini düşünerek  ben olmasam çiçekler olmazdı “ diye  iç geçirdi ;hayatı boyunca kraliçe arıya hizmet ettiğini unutarak...
   Ormanda pek yaşamasa da İnsanların kendini ormanların kralı diye adlettiği erkek aslan zaten güçlüydü ,doymak için genelde dişisinin avlanmasına rağmen..
Bukelamun güçlü diliyle 30 cm ötede ağacın dalına konmuş sineği bir saniyeden daha az bir sürede midesine indirirken de kendi gücünün farkındaydı ..varlığının renk değiştirmeye ve kamufle olmasına bağlı olduğunu göz ardı ederek..
Az ilerdeki dalda sürünerek ilerleyen tırtıl yakında uçmaya başlayacağını artık sürünmeden bambaşka güzellikte bir hayvan olacağını ve istediği yere uçabileceğini anlattı kısa ömrünü hesaba katmadan..

Ormanın kenarında umarsızca ve süreklilikle akan nehirde yaşayan balık nehir taştıkça kenardaki böcekleri ve karıncaları yerken de güçlü olduğunu hissetti.yazın sonlarına doğru kuruyan nehir yüzünden kıyıda hapsolup sıkışan balıkları yiyen karıncalar da kendilerini güçlü hissettiler.oysaki bu güç nehirin akışına bağlıydı.


Kendini doğanın en güçlü varlığı sanan insan elektrikli testeresini kenara bırakıp bir ağacın dibine sıçarken ,ağaca “hadi benden sana güzellik! sayemde diğer ağaçlardan biraz daha fazla besleneceksin,gübren oldu işte daha ne istiyorsun?” diye çıkıştı.Kenarda bu konuşmayı sessizce dinleyen ve içinden “vay amk,ben olmasam bokun bile ortada kalır ona bir çözümün var mı?” diye sesli düşünen bok böceği  vardı.birazdan insanın bokunu doğaya ayrıştırmaya başlayacaktı ve bu işi takla ata ata yapabilirdi...


                 Ben enstrüman gördüm 
                                  vs. 
                   Bizim evde enstrüman var” 

    Müzik büyük bir okyanussa; enstrümanlar da okyanusta, sırtından su püskürtürken ıslık çalan görkemli balinalar gibi ,renk değiştirerek her ortama uyum sağlayan,kamufle olan ahtapotlar,cinsiyet değiştiren denizatları gibi..ve siz “hepsi” olmak istiyorsunuz;müzikle kamufle olmak için;hem kendinizi müzikle devasa hissedip,dinleyiciyseniz;aynı zamanda da dilediğiniz yerde kamufle olup, 7 kolunuzla havada uçuşan notaları yakalayıp beyninize beyninize çalıyorsunuz.neyse ki müziğin cinsiyeti yok..



                                                                Hang drum






İlk bakıldığında(müzik aleti olduğu anlaşılmadığı için) sizi, ufo görmüş hissine     sokup;”biliyordum yaa ufoların ,uzaylıların olduğunu biliyordum yaa,evet evet!” dedirtip sizi,telefonla “haktan hakalmaz”ı aratıp “ben ufo gördüm bi de üstüne vurunca acaip güzel ses çıkıyo” dedirtip hemen akabinde haktan abinin “o ufo değil aslanım,onun adı hang drum ve o bir enstrüman” demesiyle telefonu kapatmak zorunda kalabilitenizin yüksek ihtimalli olduğu; şakası bir yana, bu dünyadan olduğuna inanmakta zorlandığım müzik aleti

Hang Drum, 2000 yılında Felix Rohner ve Sabina Schärer adlı iki uzaylı tarafından icat edilmiş vurmalı çalgı,sesi ve görüntüsü davul, çıngırak, gamelan(endenozya yerlilerinin dini ritüellerinde çaldıkları birbirinden ilginç perküsyonların kullanıldığı bir çeşit orkestraya verilen ad),  gong ve darbukayı andıran aleti, mucitleri ;çelikten,değişik versiyonlarda fakat yılda en fazla sadece 400 adet üretebiliyorlar.çünkü yapımı yüksek maliyetli ve zaman alan bir süreçten geçiyor ve haliyle sadece iki kişi tarafından üretildiği için bu alete sahip olmak da öyle kolay değil.öncelikle sipariş için 2500 amerikın dalırsı gözden çıkarmanız ve en az 1 sene beklemeniz gerekiyor.bunları öğrendiğimde sokağa çıkıp kalabalığa “-hangınız bana hangdavul alır?!” diye sormaktan vazgeçtim…

         Hang Drum kucağa oturtularak çalınıyor. Ayakta da çalınabilir ama daha etkili ses almak ve enstrümana daha hakim olmak için bu şekilde çalınmalı..baget ya da tokmak yerine el ve parmaklarla çalınmaktadır.elinizin ve parmaklarınızın her ayrı şiddette teması ya da darbesi ile ayrı ses çıkıyor.ve bu sesler hava rezonansı ile elde edilmekte, Birbirine kenetlenmiş yüzey kabuğunda armonik olarak 7 ile 9 nota bulunuyor. Kubbe biçimindeki kısımdaki  ses ise bas tonlarında, çan kısmı 8 ton alanı içermekte ve hep birlikte ton skalası oluşturmakta.bu acaip aletin alt kısmında bir elin girebileceği büyüklükteki delik kısmı rezonans görevi görerek seslerin titreşerek değiştirilebilmesine olanak sağlıyor.Üstelik Çalan kişi sesleri, dizlerinin pozisyonunu değiştirerek , hangi ton alanına nasıl vurduğuna göre vurgulayabilir ya da değiştirerek yumuşatabilir tepesinden kenarlara doğru vuruşlarınızı azaltırsanız ses perdesindeki değişim ile farklı tınılar yakalayabilirsiniz.kenar kısımlarında el sertçe gezdirildiği zaman bile değişik ses ve melodi çıkartmak mümkün. tınılar çıkarmak  yine de biz parmak ıslatalım da, kadehin üstü kısmında parmağı gezdirip viiuv viiuv diye çıkan sese şaşalım.
internette videoları  izlemek  için ,en iyi hang drum icrası olduğunu düşündüğüm hang drum virtüözü  dante bucci’nin –fanfare’sinin linkini ve satın alabileceğiniz adresi iliştireyim madem buraya: http://www.youtube.com/watch?v=UNJswfXKJ3s   http://www.hapitones.com/merchandise.html      http://www.hangblog.org/panart/Paper-Hang-2007.pdf



                                                       GAMELAN ORKESTRASI


Gamelan , endonezya’ya özgü bir enstrüman grubu ve endonezya dilinde  müzik grubu anlamına gelen kelime, ksilofon benzeri çekiçle çalınan bir çalgı ve vurmalılardan oluşan orkestralara verilen ad. Daha bir çok başka vurmalı çalgılar da bulunabiliyor grupta. yakından dinlemek kulaklarda tahribe yol açabilir, özellikle ksilofon kulakları mahveden metalik bir tonda ses çıkartıyor.    orkestradaki aletlerin hepsi ayni ustanın elinden çıkar. gamelan ustalığı babadan oğula geçen bir meslektir;her gamelan kendi ustasına özgüdür. En büyük gamelan icin yaklasik bir ton bronz kullanmak gerekir. aletlerin ince ayarı, akordu yirmi yıla yakin zaman alabilir, ve bu isi de ayni usta yapar. bir gamelanin ötekine benzemesi pek mümkün değildir,her gamelan "tek"tir. Gamelanlar ruhu olan enstrümanlar gibi görülür ve sık çalınmadıkları zaman köreldikleri düşünülür.endonezyada mevlüt  kutlamalarında gamelanlar kullanılır.




                                                  


                                                     THEREMİN

Alfred Hitchcock'un filmlerinde duymaya alıştığımız ama her defasında ortamı geren bir sese sahip olan enstrüman olan theremin; ilk elektronik ve çalarken temas gerekmeyen tek müzik aletidir. İsmini  mucidi olan rus Profesör Leon Theremin (elektronik müziğin atası sayabiliriz)den alır.neyse ki bu alet ,1920li yılların başında bu alet icat edilmiş ve gerilim filmlerine  eskilerden beri bizleri sesiyle germesi için yardımcı oyuncu olarak rol almış. 
Leon Theremin, icadını bizzat Bolşevik lider Lenin'e sunmuş ve Lenin aleti çalabilmek için ders almakla kalmamış, Sovyetler Birliği'ne dağıtılsın diye 600 tane de sipariş vermiş. Daha sonra, yine Lenin'in desteğiyle theremin için, son Sovyet teknolojisinin tanıtımı amacıyla bir Avrupa turu bile yapılmış. Aletin Amerika'ya ulaşması ve patentinin alınması ise 1928'de gerçekleşmiş.
 theremin çalarken kendinizi tek kişilik gerilim orkestrasının şefi hissedebilirsiniz ve çıkardığı ürkütücü ses ile ağzınızdaki pipoya her an bir karganın tüneyeceğini düşünebilirsiniz.fakat  çıkardığı atmosferik ve ürkütücü sesler karganın gözünüzü oyma ihtimalini de hesap edin.
aletin kontrolü,iki metal anten arasında sağlanır, bu antenler aleti çalan kişinin ellerinin pozisyonunu algılarlar.Bir el ile titreşim dalgaları gönderilir diğer el ile de sesin şiddeti ayarlanır. Elektrik sinyalleri, Theremin uzerinde büyütülür ve bağlı olan hoperlörlere gönderilir. Yani alete yaklaşır yaklaşmaz çalmaya başlamış oluyorsunuz.Ellerin metal antenlere uzaklığına göre ses yükselip alçalıyor  ve alete iyi konsantre olursanız daha armonik sesler yakalayabilirsiniz. Leon Theremin; “Theremin şarkı söyleyen bir alettir. İnsan melodiyi kendi iç sesiyle söyler” diye yorumlar kendi mucidi olan aleti..
Müzik gruplarının bu aleti keşfedip kullanmaya başlaması ilk olarak beach boys ardından led zeppelin, Aerosmith, ve Portishead gibi gruplarla olmuş,daha sonra tom waits, tiyatro ve müziği bir araya getirdiği 'Alice'de kullanmış ,bizden ise babazula albümlerinde bu aletten faydalanmışlar.
Theremin yapımı için gerekli donanım ve aksamları şematik olarak anlatan siteler internette mevcut.
Theremin ile ilgili bir belgesel film bile var adı ‘Theremin: An Electronic Odyssey’ ; Theremin’i Amerika’da yaygınlaştırmaya çalışırken 1938’de KGB ajanları tarafından Moskova’ya kaçırılmasını, Moskova yıllarında KGB için yürüttüğü bilimsel çalışmaları ve 1991’de Amerika’ya geri dönüşünü" ve enstrümanı anlatıyor.






                                         HURDY GURDY:

                                                           Hurgy-Gurdy, Fransa'da "vielle" adıyla bilinen, .ortaçağ esintili melodilerin asil enstrümanıdır.Hurdy-Gurdy, bir kol yardımıyla çalışan büyük bir müzik kutusu ile çalınıyor.3 ile 6 arasında teli bulunur. Tellerinin titreşimi bir kol yardımıyla çevrilen tekerlek sayesinde sağlanıyor.Telin uygun aralıkta durmasını sağlayan tuşlara basarak ve sadece bir tel kullanılarak notalar melodiye dönüşüyor. İlk yapılan Hurdy-Gurdy çok büyük olduğu için bir kişi enstrümanın kolunu çevirir öteki tuşlara basardı. Tahta tuşları enstrümanın hangi amaçla kullanılacağına bağlı olarak çeşitli şekillerde dizilirdi.Asıl kullanım yeri Ortaçağ kiliseleriydi ve dini müzikler çalınırdı.Günümüzde dizaynı standardize edilmiştir ve bugünkü Hurdy-Gurdy'ler Orta Çağdakilerle aşağı yukarı aynı biçimdedir.sesi gaydaya benzer fakat görünüşünden dolayı başka bir enstrüman olan “laterna” ile karıştırılır.fakat melodik olarak sesi laternadan farklıdır.kolu çevirip melodileri ortaya çıkardığınızda atın üstünde kalenin kapısından içeri girersiniz ve elinde bir sepet patates olan kadınınız size doğru dans ederek yaklaşır.

                                               Didgeridoo(Dijuridu)

Avustralya yerlileri Aborjinler’in geleneksel çalgısıdır. Epeyce uzun, bambudan ya da oyulmuş ağaçtan ibarettir..Ağız kısmı balmumu ile desteklenir ve genellikle üzerine kendi aborjin kültürlerine özgü desenler resmedilir. Yerliler en makbul dijuridunun beyaz karıncaların kemirdiği ağaçtan yapılanı olduğunu söylerler.. nasıl olduğunu pek anlamış olmasam da bu aleti aborjinler Kızılderililerin dumanı gibi haberleşmek için de kullanırlarmış.benle haberleşmeye kalksalar bana kızgınlıkla küfür ettiklerini sanarım zira çıkan ses gırtlaklanan bir filden çıkıyormuş gibi.. Ses çıkarmak için sağlam bir ciğere ve nefese ihtiyacınız var zira bu alet blok flüt değil.ses çıkarmak için dairesel üfleme tekniği ile üflemelisiniz Ola ki ses çıkartmayı bir şekilde becerdiniz, devamlılığı sağlamak için de burundan nefes alırken aynı anda ağızdan da vermenizi ister sizden bu alet..

                                                                  NEY


Sümerce’ den Farsça’ ya geçen “ nâ ” veya “ nay ”, kamis, kargi anlamlarina da gelen bu çalginin en eski adidir. Arap toplumunda üflemeli çalgilarin hemen tümü için kullanilan “ mizmâr ” sözcügü, (nefes borusu, ses organi anlaminda) ney için de kullanilmistir
Türkçe’ de ise hemen her zaman “ ney ” olarak anilmistir.Sümer toplumunda MÖ 5000 yillarindan itibaren kullanildigi sanilan bu çalgiya ait elimizdeki en eski bulgu, MÖ 2800-3000 yillarindan kalan bugün Amerika’da Phledelphia Üniversitesi Müzesi’ nde sergilenen neydir. Çalginin o dönemlerde de dinsel törenlerde kullanildigi sanilmaktadir. Assomption rahiplerinden Thibaut’ un “esrârengiz, cezbedici, tatli ve âhenkli bir ses” diye tanimladigi ve su sekilde siirlestirdigi ney sadâsi, her dönemde insanlari derinden etkilemis, özellikle dinsel duygulari çagristirmistir.
Hz. Mevlânâ’ ya göre mûsikî tanrının lisânidir.Mûsikî ile temizlenmeyen rûh yükselemez, aksine yerdeki bayagi ihtiraslara bulasarak kirlenir ve körelir. Gerçek mûsikî insana hayvânî hisleri hatirlatmak bir yana, ona “sonsuz varlik” i hissettirir, sezdirir. Bu sezgiyle onu O’ na yaklastirir ve nihâyet ulastirir. Bunda en etkili ses ise ney sesidir. Mevlânâ’ nin fesefesinde ney, “insan-i kâmil” in (yani bir takim aşamalardan geçerek olgunlasmis insanin) sembolüdür ve ask derdini anlatmadadir. Benzi sararmis, içi bosalmis, bagri daglanarak delikler açilmis, tipki insan gibi geldigi yere özlem duyan ve delik desik olmus sînesinden çikan feryâd ve iniltileri ile insanlara sirlar fisildayan bir dosttur olarak görülür. Bu sebeple ney, mevlevîlerce kutsanmis ve “ nây-i serîf ” diye anilmistir.
Tasavvufta  ney,sevdiğinden koparılmış insan ruhunu temsil eder.Yanık sesi ise insanın sevdiğine yakarışıdır.
bir borunun bu kadar mistikleştirilmesi tuhaftır ama üflendiğinde insanın içini dökebileceği ve rahatlayabileceği ,7 deliğinin insandaki 7 çakrayı sembolize ettiği ,kendine has  felsefesi oluşmuş bir enstrümandır.